Okyanuslar ve denizler, gezegenimizin %70'inden fazlasını kaplayan, insanlık için hayati öneme sahip devasa alanlardır. Peki, bu uçsuz bucaksız sularda kimin sözü geçer? Ülkelerin yetkileri nerede başlar, nerede biter? İşte bu karmaşık ve kritik soruların cevabını uluslararası deniz hukuku verir. Bu hukuk dalı, devletlerin denizlerdeki haklarını, yetkilerini ve sorumluluklarını belirleyen, adeta suların anayasası niteliğindeki kurallar bütünüdür. Ticaretten balıkçılığa, enerji kaynaklarından çevre korumasına kadar her alanda küresel düzeni sağlayan bu sistem, barış ve iş birliğinin temelini oluşturur.
Uluslararası Deniz Hukukunun Temel Taşı: UNCLOS
Modern deniz hukukunun çerçevesi, büyük ölçüde 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ile çizilmiştir. "Okyanusların Anayasası" olarak da bilinen bu sözleşme, deniz alanlarının tanımından kaynakların kullanımına, seyrüsefer serbestisinden uyuşmazlıkların çözümüne kadar pek çok konuyu detaylı bir şekilde düzenler. Ülkelerin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilen UNCLOS, denizlerde öngörülebilirliği ve istikrarı sağlamanın en önemli aracıdır.
Deniz Yetki Alanları Nelerdir?
Uluslararası deniz hukukunun en temel konularından biri, kıyı devletlerinin egemenlik ve yetkilerinin dereceli olarak azaldığı deniz alanlarını tanımlamasıdır. Bu alanlar, kıyıdan açığa doğru şu şekilde sıralanır:
H3: Karasuları (Territorial Sea)
Bir devletin kara ülkesini çevreleyen ve egemenliğinin tam olarak geçerli olduğu deniz alanıdır. Kıyı çizgisinden itibaren en fazla 12 deniz mili (yaklaşık 22 km) genişliğinde olabilir. Kıyı devleti bu alanda tam egemenlik hakkına sahiptir; ancak diğer devletlerin gemileri için "zararsız geçiş hakkı" tanımakla yükümlüdür.
H3: Bitişik Bölge (Contiguous Zone)
Karasularının bittiği yerden başlayarak kıyıdan en fazla 24 deniz miline (yaklaşık 44 km) kadar uzanan bölgedir. Kıyı devleti bu bölgede tam egemenliğe sahip değildir; ancak gümrük, maliye, sağlık ve göçmenlikle ilgili yasalarının ihlal edilmesini önlemek amacıyla denetim ve kontrol yetkisine sahiptir.
H3: Münhasır Ekonomik Bölge (MEB - Exclusive Economic Zone)
Kıyıdan itibaren 200 deniz miline (yaklaşık 370 km) kadar uzanabilen ve kıyı devletine çok önemli ekonomik haklar tanıyan bir alandır. Devlet, bu bölgedeki canlı (balıkçılık gibi) ve cansız (petrol, doğal gaz gibi) doğal kaynakları araştırma, işletme ve koruma konusunda münhasır haklara sahiptir. MEB ilanı, bir ülkenin denizlerdeki ekonomik potansiyelini kullanabilmesi için kritik bir adımdır.
H3: Kıta Sahanlığı (Continental Shelf)
Kıta sahanlığı, bir devletin kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısı olan deniz yatağı ve altını ifade eder. Genellikle 200 deniz miline kadar uzanır, ancak bazı jeolojik koşullarda daha da geniş olabilir. Kıyı devleti, bu alandaki deniz yatağında ve toprak altında bulunan madenler ve diğer cansız kaynaklar ile "hareketsiz" canlı türleri üzerinde egemen haklara sahiptir.
H3: Açık Deniz (High Seas)
Ülkelerin MEB ve kıta sahanlıklarının ötesinde kalan, hiçbir devletin egemenliği altında bulunmayan deniz alanlarıdır. Açık denizler, tüm devletlerin kullanımına açıktır. Seyrüsefer, balıkçılık, bilimsel araştırma ve denizaltı kablo/boru hattı döşeme gibi serbestiler bu prensibe dayanır.
Deniz Hukukunun Günümüzdeki Önemi ve Uyuşmazlıkların Çözümü
Küreselleşen dünyada deniz yolları, dünya ticaretinin can damarıdır. Aynı zamanda, artan enerji ihtiyacı ve teknolojik gelişmeler, deniz altındaki zenginlikleri her zamankinden daha değerli kılmıştır. Bu durum, ülkeler arasında zaman zaman deniz yetki alanlarının sınırlandırılması gibi konularda uyuşmazlıklara yol açabilmektedir. Uluslararası deniz hukuku, bu uyuşmazlıkların barışçıl yollarla, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi (ITLOS) veya hakemlik gibi mekanizmalar aracılığıyla çözülmesi için gerekli çerçeveyi sunar.
Sonuç
Özetle, uluslararası deniz hukuku, okyanusların kaosa sürüklenmesini önleyen hayati bir kurallar sistemidir. Devletlerin egemenlik haklarını dengelerken, denizlerin ortak barış, güvenlik ve refah için kullanılmasını sağlar. Karasularından açık denizlere kadar her bir bölge için belirlenmiş kurallar, hem ülkelerin kendi çıkarlarını korumasına hem de küresel iş birliğinin devamlılığına olanak tanır. Bu nedenle deniz hukukunu anlamak, aslında modern dünyanın diplomatik ve ekonomik dinamiklerini anlamak demektir.