Türkiye'nin eşsiz sahil şeritleri, sadece birer tatil cenneti değil, aynı zamanda hassas ekosistemler ve ciddi bir ekonomik değer kaynağıdır. Ancak kıyıların geleceği, giderek karmaşıklaşan kıyı koruma anlaşmazlıkları yüzünden büyük bir risk altında. Peki, kamu yararı, özel mülkiyet ve ekolojik denge üçgeninde sıkışan bu tartışmaların temelinde ne yatıyor? Yasal düzenlemeler ve uygulamadaki farklılıklar, kıyı anlaşmazlıkları sorununu daha da derinleştiriyor ve hepimizin ortak değeri olan bu alanların sürdürülebilir yönetimini zorlaştırıyor.
Kıyı Anlaşmazlıklarının Temel Nedenleri Nelerdir?
Kıyılar üzerindeki baskı her geçen gün artarken, bu baskıyı yönetmesi gereken kurallar ve taraflar arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor. Bu anlaşmazlıkların kökeninde genellikle birbiriyle çelişen birkaç temel neden yatmaktadır.
Yasal Boşluklar ve Yorum Farklılıkları: 3621 Sayılı Kıyı Kanunu
Türkiye'de kıyıların korunması ve kullanılmasındaki temel yasal çerçeve, 1990 tarihli 3621 sayılı Kıyı Kanunu'dur. Bu kanun, sahil şeridini “kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alan” olarak tanımlar ve bu alanların toplumun ortak kullanımına açık olmasını esas alır. Ancak kanunun bazı maddelerinin yoruma açık olması, imar planları ve uygulamalarda farklılıklara yol açabilmektedir. Özellikle “kamu yararı” kavramının ne şekilde yorumlandığı, turizm tesisleri, yapılaşma ve sanayi faaliyetleri gibi konularda sık sık hukuki anlaşmazlıkların fitilini ateşlemektedir.
Ekonomik Çıkarlar ve Turizm Baskısı
Kıyılar, şüphesiz turizm ve inşaat sektörleri için muazzam bir rant potansiyeli taşıyor. Bu durum, sahil şeritleri üzerinde yoğun bir yapılaşma baskısı yaratmaktadır. Oteller, tatil siteleri, marinalar ve diğer ticari işletmelerin kıyı kenar çizgisine müdahalesi, hem yasalara aykırı durumlar yaratmakta hem de kıyıların doğal yapısını bozmaktadır. Ekonomik kazanç beklentisi, çoğu zaman ekolojik dengenin ve kamunun kullanım hakkının önüne geçerek ciddi çatışmalara zemin hazırlamaktadır.
Ekolojik Denge ve Koruma İhtiyacı
Anlaşmazlıkların bir diğer önemli boyutu ise ekolojiktir. Kıyılar, deniz ve kara ekosistemleri arasında bir geçiş bölgesi olup, biyolojik çeşitlilik açısından son derece zengindir. Kumullar, sulak alanlar ve kıyısal ormanlar, birçok canlı türü için yaşam alanıdır. Plansız yapılaşma, kirlilik ve insan faaliyetleri bu hassas dengeyi altüst etmektedir. Çevre savunucuları ve bilim insanları, kıyıların betonlaşmasına karşı çıkarken, bu alanların doğal haliyle korunmasının iklim değişikliğiyle mücadele ve erozyonun önlenmesi açısından da hayati olduğunu vurgulamaktadır.
Anlaşmazlıkların Tarafları ve Çözüm Arayışları
Bu karmaşık denklemin içinde çok sayıda aktör bulunuyor ve her birinin öncelikleri farklı. Çözüme ulaşmak için tüm bu tarafların beklentilerini dengeleyen bir yaklaşım gerekiyor.
Bütüncül Kıyı Alanları Yönetimi Şart
Mevcut sorunların üstesinden gelmek için parçacıl yaklaşımlar yerine, ekolojik, sosyal ve ekonomik boyutları bir arada ele alan "Bütüncül Kıyı Alanları Yönetimi" (BKAY) modeline geçilmesi elzemdir. Bu model, tüm paydaşların (kamu, özel sektör, STK'lar, yerel halk) planlama ve karar alma süreçlerine aktif katılımını öngörür. ODTÜ bünyesindeki Kıyı ve Deniz Mühendisliği Araştırma Merkezi gibi akademik kurumların çalışmaları, bu tür planlamalar için bilimsel altyapı sunmaktadır. Bilimsel veriler ışığında, uzun vadeli ve sürdürülebilir planlar oluşturmak, anlık ekonomik çıkarların doğuracağı kalıcı zararları önleyebilir.
Hukuki Çerçevenin Güçlendirilmesi ve Etkin Denetim
Kıyı Kanunu'ndaki yoruma açık noktaların netleştirilmesi ve günümüz ihtiyaçlarına göre revize edilmesi gerekmektedir. Daha da önemlisi, yasaların kâğıt üzerinde kalmaması için denetim mekanizmalarının etkin bir şekilde çalıştırılması şarttır. Kaçak ve plansız yapılaşmaya karşı caydırıcı yaptırımlar uygulanmalı, imar planları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Sonuç: Ortak Mirasımıza Sahip Çıkma Sorumluluğu
Kıyı koruma anlaşmazlıkları, sadece hukuki veya ekonomik bir mesele değildir; bu, aynı zamanda gelecek nesillere nasıl bir doğal miras bırakacağımızla ilgili etik bir sorundur. Kıyılar, birilerinin mülkü veya bir sektörün oyun alanı değil, 85 milyonun ortak değeridir. Bu değerli mirası korumak, ekonomik kalkınma ile ekolojik denge arasında hassas bir uyum yakalamaktan geçiyor. Tarafların uzlaşmaya vardığı, bilimin rehberliğinde hazırlanan, şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışı benimsenmediği sürece, sahillerimizin geleceği belirsizliğini korumaya devam edecektir. Hepimizin bu konuda sorumluluk alması ve kıyılarımıza sahip çıkması gerekiyor.