Sahiller, denizin karayla buluştuğu o büyülü çizgi... Sadece bir coğrafi formasyon değil, aynı zamanda medeniyetlerin, ekosistemlerin ve hatıraların da kesişim noktasıdır. Ancak bu eşsiz alanlar, günümüzde ciddi bir tehditle karşı karşıya: bitmek bilmeyen kıyı koruma anlaşmazlıkları. Kamu yararı ile özel çıkarların, doğanın korunması ile ekonomik kalkınmanın çarpıştığı bu karmaşık sürece, adeta bir deniz ve beton savaşı da diyebiliriz. Peki, bu savaşın tarafları kimler ve bu anlaşmazlıkların kökeninde yatan temel sebepler neler? Gelin, bu hassas dengeyi mercek altına alalım.
Kıyı Koruma Anlaşmazlıkları Nedir? Temel Dinamikler
Kıyı koruma anlaşmazlıkları, en basit tanımıyla, kıyı şeridinin kullanımı, korunması ve yönetimi konusunda farklı paydaşlar arasında ortaya çıkan çıkar çatışmalarıdır. Bu paydaşlar arasında devlet kurumları, yerel yönetimler, turizm yatırımcıları, inşaat şirketleri, sivil toplum kuruluşları ve elbette bölge halkı yer alır. Anlaşmazlıkların temelinde genellikle şu iki zıt kutup bulunur:
- Ekonomik Kalkınma ve Rant Beklentisi: Oteller, marinalar, lüks konut projeleri ve diğer ticari yapılar, kıyıların ekonomik potansiyelini maksimize etmeyi hedefler. Bu durum, genellikle kıyıların doğal yapısını değiştiren büyük ölçekli betonlaşmayı beraberinde getirir.
- Ekolojik Koruma ve Kamu Yararı: Diğer yanda ise kıyı ekosistemlerinin, biyolojik çeşitliliğin ve en önemlisi, kıyıların halkın ortak malı olduğu ilkesinin korunmasını savunanlar vardır. Bu grup, kıyıların betonlaşarak halka kapatılmasına ve doğal yaşamın yok edilmesine karşı çıkar.
Anlaşmazlıkların Hukuki Zemini: Kıyı Kanunu ve Uygulamadaki Zorluklar
Türkiye'de kıyıların korunması ve kullanılmasındaki temel hukuki çerçeveyi 3621 sayılı Kıyı Kanunu belirler. Bu kanunun amacı, deniz, göl ve akarsu kıyılarının doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek korunmasını ve toplumun yararlanmasına açık tutulmasını sağlamaktır. Ancak kanunun varlığı, ne yazık ki anlaşmazlıkları tek başına çözmeye yetmemektedir. Uygulamada karşılaşılan zorluklar, çatışmaları daha da derinleştirmektedir.
H3: Kıyı Kenar Çizgisi Tartışmaları
Kanunun en kritik unsurlarından biri "kıyı kenar çizgisi"dir. Bu çizgi, suyun karaya değdiği noktanın gelgit gibi doğal olaylarla değişebilen sınırını ifade eder ve bu çizginin ardındaki ilk 50 metrelik sahil şeridi mutlak olarak kamunun kullanımına açık olmalıdır. Ancak bu çizginin tespiti ve arazideki uygulaması, sık sık manipülasyonlara ve hukuki itirazlara konu olur. Bilimsel kriterlerden uzak, rant odaklı belirlemeler, koruma altındaki alanların imara açılmasına zemin hazırlar.
H3: İmar Planları ve İstisnalar
Kıyı Kanunu, sahil şeridinde yapılaşmayı kesin kurallara bağlasa da, "kamu yararı" gerekçesiyle sunulan istisnalar ve imar planı değişiklikleri, kanunun adeta delinmesine yol açmaktadır. Özellikle turizm bölgelerinde yapılan plan değişiklikleri, koruma altındaki alanların otel ve tatil köyü gibi devasa yapılarla doldurulmasına neden olmaktadır. Bu durum, hem hukuki bir karmaşa yaratır hem de kıyıların doğal dokusunu geri dönülmez bir şekilde bozar.
Ekolojik ve Sosyal Etkiler: Betona Kurban Edilen Yaşam
Deniz ve beton savaşının en acı sonuçları, ekolojik ve sosyal alanda görülür. Kıyıların kontrolsüz bir şekilde betonla kaplanması, sadece estetik bir kayıp değildir; aynı zamanda ciddi bir ekolojik yıkımdır.
- Habitat Kaybı: Kıyılar, birçok deniz ve kara canlısı için üreme, beslenme ve barınma alanıdır. Kıyı dolguları ve inşaatlar, bu hassas habitatları yok ederek biyolojik çeşitliliğe darbe vurur.
- Kıyı Erozyonu: Doğal kıyı yapısının bozulması, dalgaların etkisini artırarak kıyı erozyonunu tetikler. Bu durum, uzun vadede hem doğal sahillerin hem de kıyıdaki yapıların güvenliğini tehdit eder.
- Halkın Kıyılara Erişimi: Anayasal bir hak olan kıyılardan serbestçe yararlanma ilkesi, özel işletmeler tarafından tel örgülerle veya duvarlarla çevrilen sahiller nedeniyle fiilen ortadan kalkar. Sahiller, halkın ortak yaşam alanı olmaktan çıkıp, parası olanın girebildiği özel mülklere dönüşür.
Çözüm Yolları ve Sürdürülebilir Kıyı Yönetimi
Kıyı koruma anlaşmazlıklarının girdabından çıkış, tek bir formülle mümkün değildir. Ancak bütüncül ve sürdürülebilir bir yaklaşım, çözüme giden yolu aydınlatabilir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı gibi kurumların öncülüğünde yürütülen Bütünleşik Kıyı Alanları Planlaması yaklaşımları bu noktada büyük önem taşır. Bu yaklaşım; ekolojik, sosyal ve ekonomik faktörleri bir arada değerlendirerek uzun vadeli ve sürdürülebilir bir yönetim modeli sunar.
Bununla birlikte, çözüm için atılması gereken diğer adımlar şunlardır:
- Kıyı Kanunu'nun istisnalara yer bırakmayacak şekilde netleştirilmesi ve denetimlerin sıkılaştırılması.
- Kıyı kenar çizgisi tespitlerinin bilimsel ve şeffaf bir şekilde yapılması.
- Planlama süreçlerine yerel halkın ve sivil toplum kuruluşlarının aktif katılımının sağlanması.
- Ekolojik restorasyon projeleri ile tahrip olmuş kıyıların yeniden doğaya kazandırılması.
Sonuç
Deniz ve beton arasındaki savaş, aslında geleceğimiz için verilen bir savaştır. Kıyılarımızı sadece birer rant kapısı olarak görmek, hem bugünümüzü hem de gelecek nesillerin en temel haklarını tehlikeye atmak demektir. Kıyı koruma anlaşmazlıklarını çözmenin yolu, kanunları daha etkin uygulamak, bilimin sesine kulak vermek ve en önemlisi, kıyıların tüm toplumun ortak mirası olduğu bilincini yeniden canlandırmaktan geçer. Aksi takdirde, geriye sadece betona yenilmiş bir deniz ve yitirilmiş bir doğa kalacaktır.